“Bir damla Kan ve bir damla Gözyaşı”
Semih Şefika (Cennet kapısı, Çanakkale’nin gizli kalmış öyküsü)
1 şubat 1918 yılında Emine Semiha adlı yazara ait Yeni mecmua Çanakkale özel sayısında çıkan bir kahramanlık melodramıdır. Yeni Mecmua, Ziya Gökalp öncülüğünden yayımlanmış olan ilim, fikir, sanat ve edebiyat dergisidir.
Şefika hanım, kültürlü bir ailenin güzel kızıdır. Kendisi gibi kültürlü bir ailenin hassas ruhlu ressam oğlu Semih ile çocukluk aşkıdır. Zamanın Güzel sanatlar öğrencileridir. Son sınıfta nişanlanmışlar yaza doğru evlenme kararı almışlardır. Çanakkale şavaşı çıkıp vatan söz konusu olunca ayrılmak kaçınılmaz olmuştur.
Zor zamanlar. Ancak can bedeliyle korunabilecek vatan toprağı, tehlikede. Şanlı ordumuzun kahraman askerleri cephede kırıldıkça, zaten asker doğan bir milletin içinden orduya sevkiyatlar git gide artmakta.
Dârü’l Fünûn’a ( Güzel Sanatlar Akademisi ) da gelen cihat çağrısına iştirak edecek cengâverlerin içerisinde Semih de vardır. Akademi öğrencisi olmasından dolayı, Semih, teğmen rütbesiyle derhal Çanakkale cephesine gönderilir.
Burada, çok sıkıntılı ama üstün başarılarla dolu çarpışmaların bizzat içerisinde yer alır. Vakit buldukça da İstanbul’a, nişanlısı Şefika’ya mektuplar yazmaktadır.
“ Ey Benim şefkatli ruhum, Şefikacığım!
Seni Özlemle arıyorum. Yanaklarının pembeliği, burada acımasız gece savaşlarını takip eden istirahat sabahlarını temsil ettiği için, onlara buradan büyük birer takdir öpücüğü sunuyorum. Demin küçük madalyondaki fotoğrafını boynumdan çıkararak, doymayan, ah , kanamayan gözlerimle izledim. Yok yok dedim. bu güzel bir gölge, ancak onun güzel mavi, pembe, kırmızı renklerini gösteriyor.
Zihnimde kazınmış o gülümseyen parlak resmini seyre daldım. Dünden beri, kalbimi inleyen hüzünlü bir duygunun pençesinde üzülerek seni hararetle düşünmeye başladım. “
Yazdıklarının, neredeyse birkaç cümlesinde bir, çok değer verdiği komutanı Celâdet Binbaşı’dan bahsetmektedir. O’nun özellikle, kendisine ve diğer askerlere karşı maddi ve manevi babalığını, ilmini, ihlâsını anlatmaktadır. Aralarındaki samimiyet ve Semih’in komutanına karşı beslediği sevgi, o kadar âşikardır ki…
Teğmen Semih, bu mektuplarında, bazı özel satırlar da açar. Bu muharebelerden sağ döneceğine dair içerisinde bir his yoktur. Arkadaşlarının bir bir Cennet’e kanatlanmasıyla, aslında kendisi de iyiden iyiye şehadet sevdasına düşmüştür. Vasiyet niteliği taşıyacak bu özel satırlarda, nişanlısı Şefika’dan, derhal kendisinin de okulu bırakmasını, bir hastanede gönüllü hemşire olarak hizmete başlamasını istemektedir. Zira, yaralı olarak İstanbul’a sevk edilen o kadar çok yiğit ve bu yiğitlerin çabuk müdahaleye, ardından, tedavi olanların tekrar orduya dönmelerine o kadar çok ihtiyaç vardır ki…
Semih, nişanlısı Şefika’dan, kendisinin şehit olduğu haberini alması durumunda da, bir Çanakkale Gazisi ile evlenmesini ve vatanı uğrunda canını ortaya koyan bir gazinin eşi olmasını tavsiye etmektedir.
“Bilmem neden… bu gece garip duygularla doluyum. Bugünlerde bir önsezi, aramızda pek o kadar uzun olmayan mesafenin uzayacağını.. Hatta sonsuzluğun susmuş karanlıklarına kadar yuvarlanacağını bana anlatmak istiyor.
Bu akşam mehtap, tüfek seslerinin ve top gümbürtülerinin daldığı geçici sessizliği merak ederek, bütün tepeleri, bütün vadileri yaldızlarken Kanlıtepe’nin ayak toprağına yüz süren Akdeniz’in gökyüzünü andıran gözlerinden acaba ne yürek parçalayıcı feryatlar kopacaktır?
Eğer ettiğim yemin üzerine, Kanlıtepe’nin geri alınması uğrunda şehit olursam, seni saracak keder ve ıstırapları vicdanımda duyarak titredim.
Hayır Şefikacığım!
Sen hayat baharının kokulu bir gülüsün. Vatanımıza faydalı kokular saçarak, birçok şefkatli iyilikler etmelisin.
Bak iki gözüm, üzüntüye kapılmadan beni dinle,
Gazi bir subayla evlenerek, insanlık tarafından sana verilen görevi güzelce yerine getirmeye çalış.
Yalnız senden bir ricam var:
Kanlı Tepe’de açılacak damarlarımdan akacak ateşli bir damla kan, Kalbinin en samimi köşesinde sonsuza kadar asılı kalsın.
Elveda, ey ruhumun da çocukluk arkadaşı…
Ölünceye kadar senin, Semih’in.”
Şefika okulunu bırakmış gönüllü hastanede çalışmaktadır. Günler, haftalar, birbirini kovalar. Nişanlısı ve yâreni Semih’ten artık bir gönüllü hemşire sıfatıyla mektuplar almaya devam eden Şefika, var gücüyle hizmetinde bulunduğu hastaneye getirilen yaralılar için canını ortaya koymaktadır.
Gün gelir, mektuplar gelmez ve zaman geçmez olur. Semih’ten bir türlü bir haber alamaz. Hastanenin içerisinde bir oraya, bir buraya gün boyu koşuşturan Şefika Hemşire, kapıdan içeri giren herkese dikkat kesilmektedir.
Bir gün, koridorlarda yankılanan seslenişlerle irkilir:
–Açılın! Açılın! Celâdet Binbaşı geliyor! Acil vaka! Açılın!…
Birden ürperir. Rengi atar. Hemen toparlanıp hizmete koşar.
Yapılan ameliyatlardan sonra kendisine gelmeye başlayan Celâdet Binbaşı, orta yerde bir yatağa alınır.
Şefika hemşire, yüksek ahlâk ve edebinden, bir müddet, Celâdet Binbaşı’ya yaklaşmaktan imtina eder. Devamlı o civarlarda bulunmakta, mektuplarda okuduğu Celâdet Binbaşı’nın bu şahıs mı olduğunu bilmemekle beraber, Semih’i sormak için uygun bir ânı kollamaktadır.
Kısa bir süre sonra, etrafında kendisini engellemek isteyenlerin ellerinden kurtularak, yaşlı bir kadın Celadet Binbaşı’ya doğru iki büklüm, hıçkırıklara boğulmuş vaziyette koşarak gelir.
Celâdetim! Celâdetim! Aslan yavrum!Seni sağ-sâlim buldum ya! Dünyadaki tek dayanağım! Ne oldu sana! Yaralı mı düştün? Neyin var oğlum? diye feryatlar eden kadın, yatağında, şaşkın bakışlarını dolu gözleriyle süsleyen Celadet Binbaşı’ya doğru eğilerek, o yatakta olduğu hâlde sarılmaya çalışır.
Ciğerparesi oğlundan bir tepki alamayınca, hafifçe doğrulan ana:
–Oğlum, niye sarılmazsın sen de anana, kalkıp da elini öpmezsin… deyince, artık kirpiklerinde tutmaya muktedir olamadığı gözyaşlarını yanaklarına bırakan Celâdet Binbaşı, düğümlü boğazından çıkan boğuk sesiyle:
-Ah anacığım! Şu örtüyü kaldır da, altına bir bakıver… der.
Korku dolu bir hâl ile örtüyü kaldıran yaşlı kadın, ciğerparesinin, kalkıp da annesini karşılayacak iki ayağının bacaklarından, elini öpüp sarılmak için kullanacağı kollarının da omuz köklerinden kopmuş olduğunu görünce:
-Vay benim Celâdet’iiiim! diye bir feryat kopararak, artık cansız bir beden olarak oğlunun göğsüne yıkılır. Anne yüreği buna dayanamamıştır.
Bir şey yapamaz, kıpırdayamaz bir hâlde, göğsünde cansız yatan annesine gözyaşlarıyla ıslanmış yanaklarını süre süre hıçkırıklara boğulan Celâdet Binbaşı, o an, sesini duyacak yegâne varlık olarak bildiği Yüce Rabb’ine yalvarır:
-Allah’ım! Beni yaşattın, lâkin şu ağaç kütüğü halimle bana ilaç olacak anamı bari elimden almasaydın!.. Şimdi gözümdeki yaşı silecek şefkâtli bir ele ne kadar da muhtâcım!.. Aaah ah! Ne vardı ben de Teğmen Semih gibi şehit düşseydim de bunları yaşamasaydım! Şimdi beni kimin eline bırakıyorsun, artık bana kim yârenlik edecek?
Bu kısacık zamanda olanları bir kenarda dehşetle izleyen Şefika Hemşire de göğsünü büsbütün dolduran hicran yumağı yutkunuşlarla birden kendisini öne atarak, evvelâ Celadet Binbaşı’nın üzerine cansız düşmüş mübarek kadını, arkadaşlarının yardımıyla oradan kaldırır.
Tam o sırada Hastane de olanları izleyen garnizon komutanın sesi duyulur: Komutan; “Bak oğlum! Şuna kesinlikle inan, seni gözetip kollayacak, bakacak, vatanına yaptığın hizmetlerin karşılığını sana kadınlık yaparak, şükran borcunu ödeyecek binlerce iffetli Türk kızımız var.”
Şefika hemşire bu toprakların vatan olarak kalmasında üstün emeği olan bu îman abidesi komutanın karşısında, edepten kafasını kaldırmaya cesaret edemeyerek, ayak uçlarındaki gözlerinden süzülen yaşlara aldırmadan:
-Üzülmeyiniz.. Ben, Şehit Teğmen Semih’in nişanlısıyım, emanetinizi sahiplenecek, size bıraktığı emaneti, Şefika Hemşire’yim, der.
Celadet bey, sizden tek ricam şu dur ki; Çanakkale savaşları’nda kalbime sıçrayan BİR DAMLA KAN size karşı taşıyacağım şefkatli ve hürmetkar muhabbetimin üstünde sonsuza kadar asılı kalacaktır.”
Şefika’nın yüreğinden kopan bu sözlerine Celadet bey hıçkırarak cevap veriyordu;
“Evet, o fedakar Semih’in mübarek kanıdır. Onun yanına, şu feci halimden dökülen bir damla gözyaşı da benden hediye olsun!”
Hastane odası bambaşka bir havaya bürünmüştü.
Komutanı, askeri, yaralısı, yarasızı herkes ağlıyordu…
Kaynak: Yeni Mecmua, Çanakkale Nüsha-yı Fevkaladesi 1 Şubat 1918.