Mustafa Akkad veya Batı’da bilinen adıyla Moustapha Akkad; Suriye’nin Halep şehrinde, 1934 de doğar. Annesi Türk asıllı, babası Araptır. Daha çocuk yaşlarda, Holywood’a yönetmen olmayı kafasına koymuştur. Ama yaşadığı yer ve maddi imkansızlıklar belini büker. Gümrükte bir devlet memuru olan babası bir gün Akad’ı karşısına alır ve “Eğer gerçekten gitmek istiyorsan, benden hiçbir yardım bekleme!” diyerek oğlunu uyarır. Mustafa Akad kararını çoktan vermiştir. Hayallerini anlatabilmenin en iyi yolunun, Film olduğuna inancı tamdır. 1954 yılında, on sekiz yaşına geldiğinde, bir hocasının yönlendirmesiyle UCLA’e kaydını yaptırır. Oğlunu Amerika’ya uğurlamak üzere hava alanına giden babası, Mustafa Akad’ın bir cebine iki yüz dolar, diğerine ise bir Kur’an-ı Kerim koyar. “Sana verebileceklerim sadece bunlar.” diyerek evladını bilmediği uzun bir yolculuğa uğurlar. 🙁
En iyi film programlarına sahip UCLA’da dört yıl eğitim alan Akad, 1958 yılında birincilikle mezun olur. Bu eğitimini yeterli görmeyerek üç yıl sürecek mastırlarını yapmaya karar verir. Eğitim sürecinin ardından Mustafa Akad’ı zor günler beklemektedir. Birçok film şirketine, reklam ajansına iş başvurusunda bulunmasına rağmen olumlu cevap alamaz. Sonunda hayallerinin filmi, İslamın tarihi konulu epik filmi çekmek için bir finansör bulur. Ancak Finansörlerin bazı şartları vardır. Hz Muhammedin yüzü gösterilmeyecektir. Senaryoyu El-Ezher Üniversitesi onaylayacaktır. İslami alimlerinde onaylamadığı Hz Ebubekir, Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali nin de yüzleri görülmeyecektir. Bu yüzden baş rolü filmin sadece yarısında görülen, Anthony Quinn ( Hz Hamza) oynar.
İslam’ın doğuşunu anlatan 1976 yılında çekilen, Çağrı filminde yönetmen, özellikle Amerikan kamuoyunu dikkate alır. Böylece onlara kendi mantıkları ve dilleriyle hitap eder. Filmin bu kadar dikkat çekmesinde yaklaşımının muhakkak ki katkısı vardır. Gösterime girdiği dönemde çok sayıda kişinin Müslüman olmasına vesile olan filmin teknik problemleri vardır, Ama Çağrı, o döneme kadar İslam dünyasının sinema ile kendini en iyi anlatma biçimini ortaya koyar.
Burhan amcamın beni sinemaya götürdüğü, beni etkileyen ilk filmdir. Kızımın Bilalin üzerine taş konulduğu sahnede ağlamasını, Habeşistan kralının müthiş sahnesini, her yıl ramazan aylarında izlememe rağmen unutamam.
İki yıl sonra Mustafa Akad, diğer filmi için yeni kaynak arayışına girer. Bu defa Libya’nın kapısını çalar, diğer taraftan cevap verecek isim Muammer Kaddafi’dir. İtalyanlara karşı özgürlük mücadelesi veren Libyalı lider Ömer Muhtar’ın anlatıldığı Çöl Aslanı filmi için kaynak bulması çok da zor değildir. Ne de olsa yönetmen, bir önceki çalışmasıyla başarısını ortaya koymuştur. Filmin çekimini sorunsuz atlatan Akad, dağıtım esnasında Kaddafi’den destek aldığı gerekçesiyle sıkıntı yaşar. Mustafa Akad, zorluklara rağmen çektiği bu iki başarılı filmin ardından ne yazık ki hedeflerinden taviz verir. Kafasında İslam tarihine ait anlatacağı birçok senaryo vardır; ama finans bulmakta sorun yaşamaktadır. Sektörün içinde varlığını sürdürebilmek adına içinde lanetlenmişliğin, cadı olgusunun ve bir nevi terörün var olduğu Halloween filmlerini çekmeye başlar. Amerika’da bir yapımcı olarak adını duyurması da daha çok bu çalışmaları ile mümkün olur; fakat Akad, yaptığı bu tarz filmlerden memnun değildir. Hatta bunları izlemek üzere sinemaya giden insanları anlamakta zorlanır. Zamanının büyük bir bölümünü bu çalışmalara ayırır; ama asıl tercihi, epik, tarihsel filmler çekmektir. Senaryosunun dahi yazıldığı bu filmlerin başında Selahaddin Eyyubi ve Haçlı Seferleri vardır. Osmanlı tarihinden de etkilenen Mustafa Akad’ın diğer bir projesi ise İstanbul’un Fethi’ni filme aktarmaktır. 1990 yılında Türkiye’ye gelen yönetmen, geniş çekim platoları yapıldığı takdirde çekeceği film için yeterli finansal desteği bulamaz.
11 Kasım 2005 tarihinde Ürdün’de atılan bombalarda önce kızı Rima Akkad Monla vefat eder, ardından Akad hastanede hayata gözlerini kapar. Amerikan film sektöründe var olmayı başaran ilk, ve belki de tek Müslüman yönetmen de böylece ebedi istirahatine yol alır. Amman’daki terör saldırısın da ağır yaralanarak vefat eden Mustafa Akad’ın ölümü kadar, hazin olan ise, İslam dünyasına bu kadar fayda sağlamış bir yönetmenin, yine İslam adına yapılan bir eylemde vefat etmesidir. El kaide, Mossad ajanlarını hedef aldığını söyleyerek; Akkad ailesinden özür diler. 🙁
Çağrı Filmi Hakkında Bilinmeyenler
Bilal Habeşi ilk ezan okuyan, siyahi oyuncu rolünü Muhammed Ali oynamak istemiş, Ancak Yönetmen böyle bir hamlenin filmin vereceği mesajın önüne geçeceğini düşünerek reddetmiştir.
Film ilk olarak Fas da 1976 yılında çekilmeye başlanmıştır. Hz. Muhammed’in hayatının sinemada gösterilmesinin uygun olmayacağını düşünen pek çok kesim, Fas Kralı’na baskı yapınca, Kral, Akkad ve ekibini sınır dışı etti. Finansörlerin de filmden desteğini çektiği ve ümitlerin tükendiği sırada ise filmin tamamlanması için kaynak sağlayan Kaddafi oldu. Hatta Bedir Savaşı sahnelerinde, Libya ordusundan askerler de rol aldı. Filmde 28 ayrı ülkeden oyuncu ve elemanla çalışıldı.
Ebu süfyanın zevcesi, Hamzanın kalbini söktüren hindli kadın, İrene PAPAS bir yunanlıdır. Ama hem O, hemde Anthony Quinn in oynadığı bu film sonrası bir çok insan, Müslüman olmuştur. Anthony Quinn “İslama karşı saygım bu film sonrası daha çok arttı” diye açıklama yapmıştır.
Dönemim Mekkesi’nin Film setinin yapımında; 300 kişi çalıştı. 4,5 ayda tamamladı.
Çağrı filminin unutulmaz müziklerini, Fransız bestekar Maurice Jarre tarafından bestelenmiştir. Film sonrası bir röportajda “Filmin vermek istediği mesajı ve o dönemlerin atmosferini daha iyi yaşayabilmek için ; yönetmen Mustafa Akkad’tan film çekildiği çölde kendilerinin kalabileceği bir yer istediğini söylemiştir. O yılın film müziği oscarı, tüm halkın ortak beğenisi Çağrı filmi olsa da,” tepkiye yol açar” diyerek Star wars’a verilmiştir.
Filmde, Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi rolünde ki Gana’lı Salem Gedara, Hz. Hamza’yı şehit ettiği için ülkesinde iş bulamamış ve tehditler almıştır. Halen hayatta olan ve tanınmamak için saçlarını uzatan Gedara, asıl mesleği olan elektrik teknisyenliği yapmaktadır.
Mustafa Akkad ile yapılan bir röportajda Çağrı Filminden sonra yaşadığı ilginç bir anıyı şöyle paylaşıyor: “Film çekildikten bir kaç yıl sonra “Vahşi” rolündeki Salem Gedara beni aradı. Ve bana hakaretler etmeye başladı.
Ona ne olduğunu sorduğumda bana, Hz. Hamza’yı filmde öldürdüğü için insanların ona sokakta saldırmaya başladığını söyledi. Bu durum bir hayli ilginçti.”
Bu anı dahi filmin insanları ne kadar etkilediğini açıkça ortaya koyuyor. Bir diğer ilginç anekdot ise oyuncuların kendini role çok kaptırmaları sonrasında ortaya çıkar. Vahşi’nin Hz. Hamza’yı öldüreceği sahne tam 5 defa tekrarlanır.Oyuncular kendilerini role o kadar motive etmişlerdir ve Hamza karakterini o kadar sevmişler ki bir yerden sonra Vahşi’ye gerçekten aralarından geçmesi için izin vermemeye başlarlar. Yani gerçekten Hamza’yı korurlar.
Hz Muhammedin hayatını konu alan filmler yine çekilecektir. Hatta Kenan İmirzalıoğlunun oynayacağını duyduğum diziler. Ancak hiçbiri bana Çağrı ( The Messages ) kadar net bir mesaj veremeyecektir.
Bu filmin adına uygun olarak, İslam dünyası malesef sanat ve sanat eserlerinin günümüzde “mesaj” amaçlı kullanımına uzak kalmıştır. Oysa islamın daha yoğun yaşandığı dönemde çok daha etkili bir iletişim aracı olan sanat, günümüzde batının kültürü, gevurun emperyal oyuncağı olarak görülmektedir. Şüphesiz, Amerikan kültürünü iliklerimize kadar pompalayan Hollywood’un bunda etkisi büyük olsa da İslam dünyası gereken yanıtı vermekte çok geç kalmıştır. Yahudilerin 2. Dünya Savaşı soykırımına ilişkin hâlâ neredeyse her yıl birkaç film yayınlanmasına rağmen Filistin’de, Saraybosna’da yaşanan katliamlar beyaz perdeye yansımamaktadır.
Böylesine önemli bir yapımı geri planındaki hikayesiyle paylaşmanız insanı bu gözle filmi yeniden izlemeye teşvik ediyor. Kaleminize sağlık.
Amerika’nın kaybettiği wietnam i bile defalarca farklı filmlerle sunarak dunyaya inandırmaya çalıştığı başarısızlığı varken bizler, hak dinimizin İslam’ın ve hak peygamberimizin yaşadığı zorlukları ve bu zorluklara rağmen mukaddes yol arkadaşları ile mukaddes davasından dönmeyisini konu alan Çağrı filminin kıymetini bile anlayamamışız.. her Ramazan yine mi Çağrı filmi diyenlerimiz de az değil ne yazıktır.. oysa bu filmin arkasında çileli bir hayat ve hak ile batılın mücadelesine düşen bir emektar yönetmen olduğu , tüm zorluk ve engellemelere rağmen İslam’ın sesi olmaya çalışması.. İslam dini oldukça hac ve hilalin mücadelesi de hep olacaktır .. bizler özümüze sahip çıktıkça, özumuze söz olmaya çalışan kıymetli AKAD ve onun gibi değerleri tanıyıp andıkça, sahip çıktıkça Hak dinimiz güneşin doğup battığı her yerde var olacaktır..
Filmin görünen yüzü haricindeki gerçek yüzünü de bize yansıttığını için teşekkürler , eline emeğine sağlık Burçin Abi..
Hiç bilmediğim, duymadığım, okumadığım bir hayat… Ve beni ağlattı. Derler ya (ayet midir, hadis mi, yoksa söz mü bilmiyorum) NASIL YAŞARSAN ÖYLE ÖLÜRSÛN. Işte bu da tam örneği olmuş. Çok etkilendiğim bir yazı oldu. Eline emeğine sağlık abi. Hayatta bazı şeylere ayna tutmak lazım ya, öyle yaptın abi. Ve bizi bir “kahramanla” tanıştırdın. Kahraman diyorum çûnkü hayallerinin peşinde koşup yılmadan amacına ulaşan herkes birer Kahramandır. Hele amacı hayırlıysa büyük kahramandır. Muhammed Ali Clay’ı oynatarak filmi medyatik yapabilirdi. Ama nefsi davranmamış Akkad. ALLAH (cc) mekanını cennet eylesin.
Ben Çağrı filmiyle Ortaokulda tanışmıştım. Yani 90’lı yılların ortası. Hz Hamza tam da o zaman hayranlık uyandırmıştı bende. O kadar ki ilk evladımın adına sebep olmuştur. Ayrıca bu filmin benim hayatımda farklı bir imzası var. 7. sınıfa giderken bir gün Öğretmenim (Almanyada doğmam hasebiyle; gayri müslim bir öğretmen ve alman) bir gün bana İslamın anlatıldığı bir filmin var olup olmadığını, varsa eğer bir gün sınıfa bu filmi izletmek istediğini söyledi. Ben de tabi ki hemen “Çağrı – Der Ruf” filminden bahsettim. Öğretmen gün belirlemişti ve ben filmi o gün getirmiştim. İlginçtir ki sınıftaki diğer müslüman arkadaşlar bu durumdan “sıkılmışlardı”. Tenefüste bana tepki gösterince ben de ders başında Öğretmenime “sınıftakilerin filme devam etmek istemediğini” söylemiştim. Ağrıma gitmişti çünkü! Hz. Muhammed (sav)’in hayatına saygısızlık olarak nitelendirmiştim ve bu saygısızlığın devam etmesine tahammülüm yoktu. Ama Öğretmenimin cevabi bence bir tokat kadar sarsmıştır bu arkadaşları. Cevap şuydu “Dünyanın en etkili insanının hayatını izlemek mühimdir. Ve biz bu filmi izleyeceğiz. Bu konuda bişi söylemek isteyen var mi?” Son kısmı sertçe sormuştu tabi. Demek istediğim şu: bazen dinimize yabancı bir insanın saygısı “dindar” birisininkinden kat kat fazladır! Kafamızı iki avucumuzun arasına alıp düşünmek lazım.
Ve bir dipnot: Vahşi karakterini oynayan abiyi ben de hayatımda sevemicem galiba…